Ehl-i Kitabın Din Adamları
Tevbe Suresi, 30 - 37
30 - وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ «Yahudiler, ‘Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler.»
Bunu söyleyenler ilk dönem Yahudilerinden veya Medine Yahudilerinden bazısı idi. Bunu söylemeleri, Buhtunnasr olayından sonra içlerinde Tevratı ezbere bilen kalmaması sebebiyle idi. Allah Hz. Üzeyri yüz yıl ölü olarak beklettikten sonra diriltti, o da kendilerine Tevratı ezbere yazdırdı. Onun haline hayret ettiler ‘böyle bir şey ancak Allahın oğlu için olur’ dediler.
«Üzeyir Allahın oğludur» demelerine delil, bu ayeti bilmelerine ve yalanlamaya çok istekli olmalarına rağmen yalanlayamamalarıdır.
وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ “Hristiyanlar da ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler.”
Bu da Hristiyanlardan bir kısmının sözüdür. Onları böyle demeye sevkeden durum babasız çocuk olmasını imkânsız görmeleri veya Hz. İsanın yaptığı anadan doğma körlerin gözünü açmak, cüzzamlıları iyileştirmek ve ölüleri diriltmek fiillerini ancak bir ilahın yapacağını düşünmeleridir.
ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ “Bu, onların ağızlarıyla söylediği bir sözdür.”
Bu ifade, şu açılardan değerlendirilebilir:
“Bunu bizzat ağızlarıyla söylediler” şeklinde bir te’kid ve mecazen olmadığını beyandır.
Veya bu söz delil ve tahkikden uzak mücerret bir sözdür. Böyle bir söz, ağızdan çıkan, ama hariçte bizzat mefhumu olmayan bir lakırdıdan ibarettir.
يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ “Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor.”
Onlardan öncekiler de böyle demişlerdi. Bundan murat onların atalarıdır. Demek ki küfür eskiden beri onlarda görülen bir durumdur.
Veya bundan murat müşriklerdir, onlar da “melekler Allahın kızlarıdır” demişlerdi.
Veya zamir Hristiyanlara ait olsa, onlardan önce böyle diyenler Yahudiler olur.
قَاتَلَهُمُ اللّهُ “Allah onları kahretsin!”
Bu, bir bedduadır. Veya onların sözlerinin çirkinliğinden bir taaccüp ifade eder.
أَنَّى يُؤْفَكُونَ “Nasıl da çevriliyorlar!”
Nasıl da haktan batıla çevriliyorlar?!
31 - اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ “( Yahudiler ) Allah’ı bırakıp hahamlarını; ( Hristiyanlar ise ) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.”
Allahın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal saymalarında onlara itaat ederek veya onlara secde ederek bunları Allah’tan gayrı rab’ler edindiler.
وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهًا وَاحِدًا “Oysa, bunlar ancak bir tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı.”
Ama Peygambere ve Allahın itaatini emrettiği ulu’l-emr gibilere itaat ise, gerçekte Allaha itaatten ibarettir.
لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”
سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ “O, onların şirk koştukları her şeyden münezzehtir.”
Allah, şerîki olmaktan münezzehtir.
32 - يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.”
Allahın nurundan murat;
Onun birliğine ve çocuktan mukaddes oluşuna delalet eden hücceti,
Kur’an,
Veya Hz. Muhammedin ( sav ) nübüvvetidir.
يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ “Allah ise, nurunu tamamlamak dışında bir şeye razı değildir.”
Allah ise tevhidi i’la etmek ( yüceltmek ) ve İslâmı aziz kılmaktan başkasına razı olmaz.
Ayet, onların Hz. Muhammedin nübüvvetini ibtal etmek isteyişleriyle ilgili bir temsil olarak da görülebilir. Afakta yayılmış büyük bir nuru söndürmek için ağzıyla üfleyen nasıl onu söndüremezse, bu müşrikler de emellerine ulaşamayacaklardır.
وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ “Kâfirler hoşlanmasalar da.”
33 - الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ “O ki, onu bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi.”
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ “Müşrikler hoşlanmasalar da.”
Ayetin bu kısmı, önceki ayetin bir açıklaması gibidir.
Önceki ayette “kâfirler hoşlanmasalar da” denilmişti. Burada ise “müşrikler hoşlanmasalar da” denildi. Bunda, onların peygamberi inkâr etmelerine, Allaha şirk koşmayı da ilave ettiklerine delâlet vardır.
“Onu bütün dinlere üstün kılmak için” ifadesi, hak dine bakar.
Veya Peygambere râci de olabilir.
“Din” kelimesindeki elif-lâm cins ifade eder. Yani, Allah İslamı diğer dinlere hâkim kılacak, İslam dini onları neshedecek, veya diğer din mensuplarına hâkim kılacak, onları zillete maruz bırakacak.
34 - يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ “Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar.”
İlâhi hükümlerde rüşvet alıyorlar. Ayette “mal almak” yerine “mal yemek” ifadesi kullanıldı. Çünkü maldan en büyük maksat, onu yemektir.
وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ “Ve Allah yolundan alıkoyuyorlar.”
Allah yolu, Allahın dinidir.
وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Altın ve gümüşü yığan ve onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.”
Kitap ehlinden olan âlimler ve ruhbanların çoğu altını ve gümüşü depolarlar, Allah yolunda harcamazlar.
Ancak, ayeti yeni bir cümle olarak değerlendirirsek, bunlardan murat Müslümanlar da olabilir. Onu yığıp da hakkını vermeyenler, kitap ehlinden olup da rüşvet gibi haram yollarla mal yiyenlerle beraber tutulmuştur.
Şu rivayet, ayetin Müslümanlarla alakasına delalet eder: Bu ayet nazil olduğunda, ayetin hükmü Müslümanlara ağır geldi. Hz. Ömer gidip durumu Hz. Peygambere söyledi.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Allahın size zekâtı farz kılması, ancak ve ancak geriye kalan malınızın tertemiz olması içindir.”
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Zekâtını veren kişi, altın ve gümüş yığmakla suçlanmaz.” Çünkü malı yığmakla ilgili tehdit, Allah yolunda infak etmeyenler içindir.
Hz. Peygamberin “geriye sarı ve beyaz bırakan, bunlarla dağlanır” sözü ve benzerleri, zekâtı verilmeyen altın - gümüş içindir.
Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Altın ve gümüşü olup da bunların hakkını ( zekâtını ) vermeyen kimsenin kıyamet günü sırtı dağlanır.”
Elem dolu azaptan murat, altın ve gümüşle dağlanmaktır.
35 - يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ “O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak.”
Hz. Ali şöyle der: Dört bin ve aşağısı nafakadır, fazlası ise, bunları yığmaktır.
فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ “Sonra da onların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak.”
Çünkü onların malı toplaması ve tutması zenginlikle gözde olmak ve lezzetli yemekler, kıymetli elbiselerle keyif sürmek içindi.
Veya dilenciden yüz çevirmeleri, onlara sırtlarını dönmeleri yüzünden bu azaları dağlanacak.
Veya görülen azaların en şereflileri olmalarından dolayı bunlar nazara verildi. Çünkü bunlar en önemli azalar olan beyin, kalp ve ciğeri içine alırlar.
Veya bunlar dört cihetin asıllarıdırlar, bedenin ön, arka ve iki yanını oluştururlar.
هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنفُسِكُمْ “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir.”
Kendi menfaatinize yaptığınız şey tümüyle size zarar oldu, lezzet almak isterken bunlarla azap gördünüz.
هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنفُسِكُمْ “Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!”
Malı yığmanızın vebalini veya yığdıklarınızın vebalini tadın bakalım.
36 - إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِي كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kitabında, Allah katında ayların sayısı on ikidir.”
“Allahın kitabı”ndan murat levh-i mahfuz olabildiği gibi, “Allahın hükmünde” manası da olabilir.
“Gökleri ve yeri yarattığı günkü kitabında”
Yani bu, Allahın ecramı ve zamanları yarattığından bu yana nefsü’l-emirde sabit bir durumdur.
مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ “Bunlardan dördü haram aylardır.”
Bu dört haram aydan biri Recep ayı, diğer üçü ise ardı ardına gelen Zülkade, Zülhicce ve Muharrem aylarıdır.
ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ “İşte bu, Allah’ın dosdoğru dinidir.”
Bu dört ayın haram aylar kılınması Hz. İbrahim ve Hz. İsmailin dininde yer alan bir durumdur, Arablar, onlardan bunu miras almışlardır.
فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ “Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.”
Bu aylarda bunların hürmetini kırarak ve haram şeyler işleyerek kendinize zulmetmeyin.
Cumhura göre bu dört ayda savaş yasağının hükmü kaldırılmıştır. Bu durumda “o aylarda kendinize zulmetmeyin” ifadesini o aylarda işlenen günahlarla te’vil ettiler. Mesela harem bölgesinde ve ihramlı iken işlenen günahlar, başka zamanda işlenenlere göre daha büyük günahlardır.
Atâdan şöyle rivayet edilir: İnsanların harem dâhilinde ve haram aylarda savaşmaları helâl değildir. Ancak kendilerine savaş açılırsa karşılık verirler.
Haram ayların hükmünün mensuh olduğunu şu rivayet teyid eder: “Hz. Peygamber ( sav ) Şevval ve Zilkade aylarında Taifi kuşattı ve Huneynde Hevazin ile savaştı.”
وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً “Onların sizinle toptan savaşmaları gibi, siz de müşriklerle toptan savaşın.”
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ “Bilin ki Allah, müttakilerle beraberdir.”
Ayetin bu kısmı, takvaları sebebiyle onlara bir müjde ve zafer garantisidir.
37 - إِنَّمَا النَّسِيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ “Nesi’, ancak küfürde daha da ileri gitmektir.”
Nesi’ haram aylardan birini başka bir aya te’hir etmektir.
Arablar İslâm öncesinde onların savaş hâli devam ederken haram ay gelse, onu helâl aylardan sayıyor onun yerine başka aylardan birini haram yapıyorlardı. Öyle ki bu ayları sabit aylar olarak görmeyip sadece adede itibar ettiler.
Bu tarz bir te’hirin küfürde ziyadelik olması, Allahın helâl kıldığını haram ve haram kıldığını helâl kabul etmekten dolayıdır. Bu da, kendi küfürlerine yeni bir küfür katmaktır.
يُضَلُّ بِهِ الَّذِينَ كَفَرُواْ “İnkâr edenler bununla saptırılır.”
يُحِلِّونَهُ عَامًا “Onu ( haram ayı ) bir yıl helâl sayıyorlar.”
وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا “Bir yıl da haram sayıyorlar.”
Denildi ki: İlk defa bunu ihdas eden, Cenade Bin Avf’tır. Hac mevsiminde devesinin üzerinde doğrulur ve “ilahlarınız Muharrem ayını size helal kıldı, siz de helâl kılınız” derdi. Sonra kabileler içinde dolaşır “ilahlarınız size Muharremi haram kıldı, siz de onu haram kılınız” derdi.
لِّيُوَاطِؤُواْ عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّهُ فَيُحِلُّواْ مَا حَرَّمَ اللّهُ “Bunu Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak için yapıyorlar.”
Böylece vakte riayet etmeden sadece dört ay haram olmasını esas alırlardı.
زُيِّنَ لَهُمْ سُوءُ أَعْمَالِهِمْ “Onların bu çirkin işleri, kendilerine güzel gösterildi.”
وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Allah, inkârcı toplumu doğru yola iletmez.”
Allah ihtidaya ulaştıran bir hidayetle, o inkarcılara hidayet etmez.