Osmanlı İmparatorluğu, 1807- 1920
Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşması'na kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemin sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'ne Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" denmeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti, büyük oranda toprak kayıpları yaşamıştır.
Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları’yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik, kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.
Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır.
Bu yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa'da tutunmayı ve eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağını anlayınca elindeki toprakları koruma politikası izlemeye başlamıştır.
Lale Devri
Osmanlı Devleti'nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır.
İsimlendirme
Lale Devri, "Zevk ve sefâ" devri olarak bilinir. Adını, O dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan laleçiçeklerinden alması, çok sonradan olmuştur. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğunun hiçbir devrinde Lale Devri olarak anılmamıştır. Yahya Kemalsamimi arkadaşı Ahmet Refik Altınay ile bir sohbeti sırasında, III. Ahmed'in Veziri Azamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile beraber 1718-1730 yılları arasında yaptıkları, Osmanlı İmparatorluğundaki yaşam biçimini değiştirme etkinliklerini Lale Devri olarak tanımlar. Ahmet Refik de bu dönemi anlatan kitabına "Lale Devri" (istanbul 1331/1913 Muhtar Halit Kitabhanesi) ismini verir ve bir süre sonra bu dönem Lale Devri olarak anılmaya başlar.
Döneme ait eserler
Sultan III. Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle Devri'nde sanat ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti. Sultan III. Ahmet, Topkapı Sarayı ile Yeni Câmii'de birer kütüphane, Ayasofya'da Bâb-ı Humâyun'un karşısında Türk sanat şaheserlerinden sayılan Sultan Üçüncü Ahmet Çeşmesi ve İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak amacıyla da "Deryayi Sim" adlı bir su bendi inşa ettirmiştir. Bunlardan başka Üsküdar Yeni Vâlide Câmii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Damat İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul'da Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Ortaköy Camii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsi Paşa'da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme ve Çubuklu Camii yanındaki Mesire Çeşmesi gibi eserler de yine bu dönemde yapılmıştır.
III. Ahmet yeniçerilere altın para atarken
Dönemin belki de en gözde eseri olan Sâdâbâd Kasrı, maalesef günümüze kadar gelememiş, bize yıkıntıdan fazla bir şey kalmamıştır.
Islahatlar (Yenilikler)
- Paris, Londra ve Viyana gibi Avrupa başkentlerine geçici elçilik heyetleri yollanmış, böylelikle Avrupa'yı daha yakından tanıma imkânı sağlanmıştır.
- Said Efendi ve İbrahim Müteferrika Avrupa'dan matbaayı getirmişlerdir.
- İlk kez çiçek hastalığına karşı aşı uygulanmıştır.
- İstanbul'daki yangınları önlemek için yeniçerilerden Tulumbacılar adı verilen bir itfaiye ocağı kurulmuştur.
- Çini atölyeleri açılmıştır.
- Kağıt fabrikası açılmıştır.
- Lale Devri’nde sanat alanında görülen en önemli kişi Levnî’dir. Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan Levnîdöneminin en büyük nakkaşıdır.
- Lale Devri'nde, Türk tarihinde bir ilk olarak İbrahim Müteferrika önderliğinde Çeviri Konseyi açılmıştır. Türk tarihinde çeviri çalışmalarındaki ilk enstitüleşme olarak bu konsey görülür.
Lale Devrinde Sanat
Halkın büyük bir kısmı zor durumdayken İstanbul'da bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu.[kaynak belirtilmeli] İran savaşı sırasında Sultân'ın, kaleleri para karşılığı sattığı söylentisi üzerine, halktan Sultân'ın sefere çıkması isteği gelmişti. III. Ahmet, göstermelik bir sefer alayı düzenledi.[kaynak belirtilmeli] Akşam olunca kayıklarla saraya geri döndü. Bu durumun anlaşılması bardağı taşıran son damla oldu.[kaynak belirtilmeli] İsyanın lideri Arnavut asıllı bir yeniçeri olan Patrona Halil aynı zamanda Beyazıt Hamamı'nda tellaklık yapıyordu. Asilerin isteği üzerine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilerek cesedi isyancılara teslim edildi. Padişah III. Ahmed tahttan indirildi ve yerine I. Mahmud getirildi.
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlıların Ruslara yenik düşmesiyle sonuçlanmış bir savaştır. Bu savaşın sonucunda Ukrayna'nın güneyi, Kuzey Kafkaslar ve Kırım, Rusya'nın eline geçmiştir.
Nedenleri
Savaş ilk önce Lehistan'da kralla soylular arasında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden başladı. Rus Çariçesi II. KaterinaLehistan'ı parçalamak amacıyla Lehistan'ın içişlerine karışıyordu. Kralı soylulara karşı desteklemek amacıyla bölgeye Kazak askerlerini gönderdi. Askerler Osmanlı Devletisınırları içindeki Balta kentine girerek katliam yaptılar. Osmanlı padişahı III. Mustafa bu durumu protesto ederek 25 Eylül 1768 tarihinde Rusya'ya savaş açtı. Lehistan'da krala karşı çıkan soylular Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldılar. Birleşik Krallık da Rus donanmasına danışmanlar göndererek Rusya'nın yanında yer aldı.
Savaşın Olduğu Cepheler
Sakız adası açıklarında Osmanlılarla Ruslar arasında yapılan deniz savaşı (1770)
Savaşın başlamasıyla Lehistan, 3 büyük devlet (Prusya, Avusturya ve Rusya) tarafından kıskaca alındı. Rus generali Aleksandr Suvorov, Leh ordusunu 23 Mayıs 1771 tarihinde Lanckorona'da, 23 Kasım 1771 tarihinde de Stolowice'de yendi. Böylece Lehistan'daki savaş sona erdi. Kazandığı bu zaferlerle yıldızı parlayan Suvorov Osmanlı cephesine gönderildi.
Kırım Hanı Kırım Giray, Şubat 1769'da Güney Rusya'ya başarılı akınlar yaptı. Sadrazam Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa 1 Mayıs 1769’da ve sadrazam Moldovancı Ali Paşa 12 Ağustos 1769’da iki başarılı Hotin seferi yaptılar. Fakat Kırım Giray'ın ölümünden sonra Rus orduları Kırım'a girdiler. Yeniçerilerin artan başarısızlıkları ve emre karşı çıkmaları gibi nedenlerle Ruslar Eflak ve Boğdan'a girdiler. 21 Eylül 1769 tarihinde de Hotin'i ele geçirdiler. Ruslar Osmanlı Devletiniiçten çökertmek için Mora YarımadasındakiRumlar arasında ayaklanma çıkarttılar. Kaptan-ı Derya Mandalzade Hüsameddin Paşa, 9 Nisan 1770 tarihinde Mora Yarımadasına bir çıkartma yaparak bu ayaklanmayı bastırdı.
Ancak Osmanlıların Balkanlarda Rusya karşısındaki yenilgileri devam etti. Rus kumandanı Petro Rumyantsev 7 Temmuz 1770'te Prut nehrinin bir kolu olan Larga nehri boylarında, Larga MuharebesindeKırım Hanı Kaplan Giray komutasındaki Kırım Hanlığı ve Osmanlı Ordusunu yine bu yerin yakınında Prut nehrinin bir kolu olan Kagul Irmağı'nda Kartal Ovası Muharebesi'nde, Osmanlı yeniçerileri ve Kırımtatarlarından oluşan büyük bir orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu meydan muharebeleri akabinde savaşın yönü tamamen Osmanlı İmparatorluğu aleyhine döndü. Rus birlikleri İsmail, Akkerman, Bender kalelerini ellerine geçirdiler. Ayrıca Çariçe II. Katerina Aleksey Grigoryeviç Orlov komutasındaki Rus donanmasını Baltık Denizi'nden Akdeniz'e gönderdi. İlk defa Akdeniz'e savaşa giren Rus donanması İzmir yakınlarında Çeşmeburnu ile Sakız adası arasında Osmanlı donanmasıyla savaşa tutuştu. 5-7 Temmuz 1770 tarihleri arasında yapılan bu savaşta Rus donanması Osmanlıları büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu olaydan sonra Rus donanması 1770-1774 yılları arasında 5 yıl daha Ege Denizi'nde kaldı. Bilinmeyen nedenlerle 2 Kasım 1772 ve 9-10 Haziran 1774 tarihlerinde iki kez daha Çeşme Limanı'na gelerek kaleyi ve şehri tekrar topa tuttu.
Osmanlı Orduları; 2 Ağustos 1771'de Özi (Kırım), 12 Eylül 1771’de Yerköy (Boğdan), 29 Haziran 1773’te Silistre(Boğdan), 20 Ekim 1773’te Varna'da bazı zaferler kazandılar. Ancak bu zaferler savaşın gidişinin Osmanlı İmparatorluğu aleyhine sürmesini engelleyemedi. 1774 yılında Rumyantsev'in komutası altında tekrar saldırıyla geçen Rus ordusu Tuna nehrini geçerek Şumnu'ya doğru ilerlemeğe başladı. Bu sırada Osmanlı tahtı el değiştirmiş, III. Mustafa ölmüş, yerine kardeşi I. Abdülhamit tahta geçmişti. Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa Rus ordusunu karşılamak üzere yeniçeri Ağası Yeğen Mehmed Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu Kozluca'da Rumyantsev'in ordusuna yenildi. Rumyantsev bu başarıdan sonra Şumnu'ya kadar ilerledi.
Savaşın Sonuçlanması
Çariçe II. Katerina'nın Osmanlıları yenmesini gösteren temsili bir tablo (Stefano Torelli 1772)
21 Temmuz 1774 tarihinde tahta yeni geçmiş olan Osmanlı padişahı I. Abdülhamit, Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalayarak savaşa son verdi. Bu antlaşmayla Kırım'a bağımsızlık verildi. Ama Rusya'nın asıl amacı bağımsız olan Kırım'ı kısa bir süre sonra topraklarına katmaktı. 9 yıl sonra 1783 yılında Rusya
Kırım'ı ilhak ederek resmen kendine bağladı. Kısa bir süre sonra da Ruslarla Osmanlılar arasında tekrar savaş çıktı.
1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı
Osmanlı ordusunun, 1773’te Ruslara karşı kazandığı Rusçuk, Silistre ve Varna zaferlerinin intikamını isteyen Çariçe II. Katerina, Tuna ordusunu takviye etmişti. Başkumandan Mareşal Petro Rumyantsev, Osmanlı ordusunu, merkezinde muhasara için Şumnu’ya doğru hareket etti. Bu sırada rahatsız olan Vezîr-i âzam ve Serdâr-ı ekrem Muhsinzade Mehmed Paşa, düşmanı karşılamak üzere Yeniçeri Ağası Yeğen Mehmed Paşa kumandasında bir kuvvet sevk ettiyse de, bu kuvvetler Kozluca’da mağlup oldu. Rumyantsev’in, bu başarıdan sonra Şumnu önlerine gelip Varna yolunu kesmek suretiyle, Osmanlı ordusunu iâşe ve mühimmattan mahrum etmesi, askerin dağılmasına yol açtı ve orduda on iki bin kişi kaldı. Yanındaki az sayıdaki kuvvetle mukavemet etmenin bir fayda sağlamayacağını anlayan Serdâr-ı ekrem mütareke istemek zorunda kaldı. Sadrazam kethüdâsı Ahmed Resmî Efendi, nişancı rütbesi ile birinci, Reîsül-küttab İbrâhim Münib Efendi de ikinci murahhas tayin olunarak, 12 Temmuz 1774’te Şumnu’dan hareketle Balya Boğazına yakın Küçük Kaynarca kasabasına geldiler. Ruslar tarafının murahhası, General Nikolay Repnin idi. Mareşal Rumyantsev mütareke kabul etmeyerek birinci sulh müzâkeresinde esasları iki tarafça kabul edilmiş olan esaslara göre derhal sulh akdini istediğinden, mecburen teklif kabul olunup, iki günde ve iki celsede antlaşma imzalandı.
Rus başkumandanı, sulh görüşmesi yapabilmek için başlangıçta Kılburun, Kerç ve Yenikale’nin Ruslara terkini şart koydu. Osmanlı murahhasları, bütün fırsatların elden çıkması ve kendilerine zaman verilmemesi üzerine, Rus isteklerini çaresiz kabul ettiler.
Antlaşmanın koşulları
Antlaşmanın imzalandığında yerdeki kitabe: Burada 10-21 Temmuz 1774 tarihinde Büyük Katerina’nın temsilcisi Kont Petro Rumyantsev ve Sultan I. Abdülhamid’in temsilcisi Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşatarafından Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 7. maddesine göre Rusya, Ortodoksları ve kiliselerini ebediyen koruması altına aldığını taahhüt eder.
17 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan ve henüz tahta yeni çıkan I. Abdülhamidtarafından tasdik edilen, yirmi sekiz maddelik bu antlaşmaya göre;
- Kırım Hanlığı’yla Kuban ve Bucak Tatarları siyâsî bakımdan müstakil olup, ancak dînî işlerinde Hilâfet makamına tâbi olacaklardır.
- Kılburun, Kerç, Yenikale ve Azak Kalesi’yle Dinyeper (Özi) ve Buğ (Aksu) nehirleri arasındaki arazi, Rusya’ya terk edilmiş ve Aksu hudut kabul edilmiştir.
- Ruslar tarafından işgal edilen Besarabya, Eflak, Boğdan ve Gürcistanülkeleriyle Akdeniz adaları Osmanlılara iade olunacaktır.
- Rus ordusu, Bulgaristan’da Tuna’nın sağ sahilinden, bir ay içinde sol sahiline çekilecektir.
- Rusya, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksları daimî surette himaye edebilecektir.
- Rus sefirlerinin, Eflâk ve Boğdan vaziyetleri hakkındaki müracaatları dikkate alınacaktır. (Bu madde mucibince memleketin işlerinde Rus müdahalesine devamlı açık kapı bırakılmış oluyordu.)
- Rus ticaret gemileri, Karadeniz’le Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olacak ve istedikleri zaman boğazlardan geçebilecekler ve Osmanlı limanlarında kalabileceklerdi. Böylelikle Karadeniz bir Türk gölü olmaktan çıktı.
- Ruslar, İstanbul’da daimi elçilik bulundurabilecek ve Balkanlar’da istedikleri yerde konsolosluk açabileceklerdi. Bu da Rusların Panslavizm politikasına zemin hazırlamıştır.
- İngiltere ile Fransa’ya verilen kapitülasyonlar, Rusya’ya da aynen tanınacaktır.
- Osmanlı Devleti, savaş tazminatı olarak, üç senede ve üç taksitte, Rusya’ya on beş bin kese akça verecektir. Osmanlı Devleti, tarihinde ilk defa savaş tazminatı ödemiştir.
- Orta-Kuzey Kafkasya’da Osmanlı Devleti ile Rusya arasında tarafsız bir bölge olan Kabartay ya da Kabardiya, Rusya’ya ilhak edildi.
Antlaşma sonuçları
Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla ilk defa Müslüman ve Türk olan bölgeleri yitirmiş, Kırım Hanlığı ile ona bağlı Kuban ve Bucak Tatarlarının müstakilliğini tanımak durumunda kalmıştır. Bu durum, özellikle İstanbul'da tepkiyle karşılanmış ve sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin üzerinde Kırım'a müdahale etmesi yönünde baskı yaratmıştır. Rusların Eflakve Boğdan üzerinde elde ettiği söz hakkı, istedikleri yerlerde konsolosluk açabilmeleri ve Ortodoksların hâmisi sıfatını takınmaları gibi maddeler sebebiyle Osmanlı Devleti, Rusya'nın iç ve dış müdahalelerine açık hale gelmiş ve bu hal, gelecek savaşların zeminini hazırlamıştır.
- Bu antlaşmanın başlattığı sürecin devamı olarak, antlaşmadan 9 yıl sonra II. Katerina’nın emriyle Kırım Hanlığı, Rus İmparatorluğu tarafından ilhak edildi.Kırım'ın kaybedilmesi ile ilk defa halkı Türk ve Müslüman olan bir bölge kaybedildi ve ilk defa hilafet makamından faydalanma yoluna gidildi.
- Ruslar Osmanlı İmparatorluğu'nun içişlerine müdahale etme hakkına sahip oldu.
- İlk kez savaş tazminatı ödendi.
- Yüzyılın en ağır antlaşmasını imzalamıştır.
- Karadeniz’de yüzyıllardır devam eden egemenliğini kaybetmiştir.
- Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Avrupa devletlerinin üstünlüğünü kabul etti.
Dağılma (1908-1922)
Sevr imzacıları Rıza Tevfik, Reşat Halis ve Mehmed Hâdî
Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını uzun süre korumuştur. Dağılmayı önlemek için Osmanlı devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış ise de, Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda da dağılmaktan kurtulamamıştır.
- Sırp İsyanları
- 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması (1812)
- Yunan İsyanı
- 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması (1829)
- Mehmet Ali Paşa İsyanı
- Tanzimat Fermanı (1839)
- Kırım Savaşı (1853-1856)
- 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı). Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması (1878)
- Dömeke Savaşı (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı)
- Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
- Balkan Savaşları (1912-1913)
- I. Dünya Savaşı (1914-1918)
- I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı cepheleri
- Sevr Antlaşması (1920)
Saltanatın kaldırılması
Saltanatın kaldırılması veya padişahlığın kaldırılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922'de kabul ettiği 308 numaralı "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair" adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla beraber Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.
Süreç
VI. Mehmed'in Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılması, 1922
Saltanatın kaldırılmasına doğrudan doğruya yol açan olay, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başarı ile sonuçlanmasından sonra toplanması öngörülen barış konferansına Ankara ve İstanbul hükûmetlerinin birlikte davet edilmeleridir.
17 Ekim tarihli bir telgrafla sadrazam Tevfik Paşa barış konferansında ortak bir tavır belirlemek amacıyla Mustafa Kemal'e başvurmuştur. 20 Ekim tarihli, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitap eden ikinci bir telgrafta Tevfik Paşa Babıali ile Büyük Millet Meclisi arasında amaç bakımından tam bir birlik olduğunu, Sevr Antlaşmasını iptal ettirmek ve işgalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için beraberce mücadele edildiğini belirterek ulusal birliğin önemini vurgulamış ve vatan uğruna kişisel hırslardan vazgeçilmesi gerektiğini belirtmiştir. 28 Ekim'de İtilaf Devletleri İsviçre'nin Lozan kentinde toplanacak olan konferansa İstanbul ve Ankara hükûmetlerini resmen davet etmiştir. Bunun üzerine iki gün sonra toplanan TBMM, İstanbul hükûmetinin tasfiyesine yönelik 82 imzalı karar tasarısını görüşmüşse de aynı gün sonuç alamamış, ancak 1 Kasım tarihli toplantıda Mustafa Kemal'in sert müdahalesi üzerine saltanatın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararname, ilga hükmünü geriye yürüterek "İstanbul'daki şeklî hükûmetin 16 Mart 1920'de tarihe intikal ettiğini" bildirmiştir. Aynı gün alınan bir başka Meclis kararıyla 1 ve 2 Kasım günleri milli bayram ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal'in ifadesine göre milletvekillerinin birçoğu saltanatın kaldırılması kararına karşı çıkmışlardır. Bakanlar kurulu başkanı Rauf Bey (Orbay) başta karşı çıktığı karara 29 Ekim'de Mustafa Kemal ile görüştükten sonra taraftar olmuştur. Buna karşılık liberal görüşleriyle tanınan Mersin vekili Selahattin Bey (Köseoğlu) sonuna kadar karara muhalif kalmıştır.
Gerek Rauf gerek Selahattin Beyler daha sonra kaleme aldıkları anılarında, cumhuriyete prensip olarak karşı olmadıklarını, ancak padişahlığı kişisel diktatörlük eğilimlerine karşı bir engel olarak gördükleri için kaldırılmasına muhalif olduklarını anlatırlar.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda 15 Nisan 1923'te yapılan bir değişiklikle, saltanatın lağvına dair kararnameye karşı sözle ve basın yoluyla muhalefet etmek vatan hainliği kapsamına alınmış ve idamla cezalandırılmıştır.
Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım günü son toplantısını yapan Osmanlı hükûmeti istifasını padişaha sunmuştur. 5 Kasım'da Ankara hükumetinin İstanbul'daki temsilcisi Refet Paşa (Bele) tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu'ndaki Şark Mahfilinde toplayarak her türlü faaliyete son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım'da Babıali'deki başbakanlık dairesi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti'nin resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi'nin yayınına son verilmiştir.
Sonuçları
Şeklen "halife" unvanını koruyan VI. Mehmed (Vahideddin) 10 Kasım'da son cuma selamlığına katılmış, ancak yaşamına ve özgürlüğüne yönelik tehditleri gerekçe göstererek 17 Kasım sabahı Boğaziçi'nde demirli bulunan İngiliz zırhlısı HMS Malaya aracılığıyla Malta'ya sığınmıştır.
19 Kasım'da TBMM, veliaht Abdülmecid Efendi'yi halife ilan etmiştir. 3 Mart 1924'te çıkarılan 431 sayılı Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani'nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun ile halifelik de lağvedilmiş ve tüm Osmanlı Hanedanı mensupları yurt dışına sürgün edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılması müzakerelerinde şunları söyler:
Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. | |
Atatürk, Nutuk'un hadiseyi anlatan bölümünde millî harekete mâni olmaya çalışmış padişah ve sadrazamı bir dizi sert ifade ile tenkit eder ve aynı zamanda saltanat rejiminin miadını doldurduğunu ima eder: "Bütün menfaatlerini mülevves bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta gören...", "idrakten mahrum, vicdandan mahrum, birtakım insanlar...", "ahmakça teklifat...", "sefil... adi bir mahluk... alçak...", "Aciz, adi, his ve idrakten mahrum...", ''padişah ve halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini düşlediği alçakça önlemler araştırmakta".