Atatürk Döneminde Dış Politika

Atatürk Döneminde Dış Politika

    Türkiye, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saldırılması durumunda savaştan kaçınmayacağını yaşanan çeşitli dış politik gelişmeler de göstermiştir. Bu doğrultuda Atatürk, komşu ve çevre ülkelerle sürekli olumlu diplomatik ilişkiler kurmaya özen göstermiştir.

    ⭐Atatürk Dönemi Türk dış politikasında belirlenen öncelikler iki ana bölüme ayrılmıştır;

  • 1923 - 1930 yılları arası dış politika öncelikleri Lozan Barış Konferansı’ndan kalan sorunları çözmeye yöneliktir.
  • 1930 - 1938 yılları arasındaki Türk dış politikasının önceliklerinde ise 1930’lu yıllarda Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı politikaları sonucu yaklaşan II. Dünya Savaşı tehlikesine karşı alınacak tedbirler önem kazanmıştır.

    Türkiye güvenliğini sağlamaya yönelik bölgesel ittifaklar kurarken 1932 yılında da Milletler Cemiyeti’ne de üye olmuştur.

 

Türkiye - Yunanistan İlişkileri

    Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk - Yunan ilişkilerinde belirleyici olan iki ana sorun; nüfus mübadelesi ve Patrikhane Meselesi olmuştur. Lozan Barış Antlaşması’yla, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce İstanbul’da yerleşik olan Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler dışında kalan, Türkiye’deki Rumların ve Yunanistan’daki Türklerin mübadelesi ( değişimi ) kararlaştırılmıştır. Ancak bu karara karşılık Yunanistan, İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak istemiştir. Bu nedenle Lozan Barış Antlaşması’nı değerlendirirken İstanbul içinde yaşayan bütün Rumları değerlendirmişlerdir. Halbuki Yunanistan 30 Ekim 1918’den önce geçici de olsa İstanbul’a gelen Rum vardır ve Yunanistan bu Rumları da yerleşik sayarak mübadeleden ayrı tutmak istemiştir. Türkiye ise “yerleşik” düşüncesini İstanbul’da sürekli oturanlar için geçerli olacağını belirtmiştir. Aynı zamanda Yunanistan Batı Trakya’daki Türklerin, Balkan Savaşları sırasında geldiklerini ileri sürerek onları da mübadeleye tabi tutmak istemiştir.

    Etabli ( yerleşik ) sorunu, Milletler Cemiyetine taşınmış ancak bir sonuç elde edilememiştir. Yunanistan’la yeni bir savaşın eşiğine gelindiği bir dönemde 10 Haziran 1930’da Ankara’da imzalanan bir antlaşmayla yerleşme tarihlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “yerleşik” sayılmıştır.

    Patrikhane meselesi; Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk - Yunan ilişkilerini etkileyen bir diğer sorundur. 1924’te Patrik seçilen VI. Konstantinos Arapoğlu, Bursa doğumludur ve 1921’de İstanbul’a gelmiştir. Bu nedenle mübadeleye tabi tutulmuştur. Türkiye bu duruma itiraz etmiştir. Yunanistan meseleyi Uluslararası Lahey Adalet Divanına götürmeye çalışmış ve Türkiye Patrikhane konusunun bir iç sorun olduğunu ve bu nedenle iç işlerine müdahale edilmesine izin vermeyeceğini belirtmiştir.

    Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında Konstantinos Arapoğlu istifa etmiş ve yerine mübadeleye tabi olmayan Vasilios Yeorgiadis patrik seçilmiştir. Yaşanan bu süreç içinde Patrikhanenin Türk kanunlarına bağlı olduğu, evrensel ( ekümenik ) statüsünün tanınmayacağı ve dini bir meseleden dolayı Türkiye’nin iç işlerine karışılamayacağı mesajı güçlü bir şekilde verilmiştir.

    Nüfus mübadelesi sorununun çözülmesinden sonra Yunanistan Başbakanı Venizelos, Türkiye’yi ziyaret etmiş ve 30 Ekim 1930’da Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması imzalanmıştır. 1934’te Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan dostluk ve iş birliği ortamı, 1950’li yıllarda başlayacak olan Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıkmasına kadar devam etmiştir.

 

Türkiye - İngiltere İlişkileri ve Musul Sorunu

    Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk - İngiliz ilişkilerini belirleyen en temel sorun, Musul’un durumu olmuştur. Musul, Kerkük ve Süleymaniye şehirlerini de içine alan ve petrolün bir enerji kaynağı haline gelmesi ile önem kazanan bir vilayettir.

    İngiltere, I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından sonra antlaşma hükümlerine aykırı şekilde Musul’u işgal etmiştir. Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Musul’u geri alabilmek için Lozan’da büyük bir uğraş vermiştir. Ancak barışın tehlikeye girmesi nedeniyle, Musul Meselesi’nin Türkiye ile İngiltere arasında ikili görüşmelere bırakılması kabul edilmiştir. Buna göre taraflar dokuz ay boyunca meseleyi çözmek üzere aralarında görüşecekler, bir çözüme ulaşılamadığı taktirde sorun Milletler Cemiyeti tarafından çözülecektir. Taraflar arasında ikili görüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da Haliç Konferansı adı altında başlamıştır.

    Türkiye, Musul ve Kerkük bölgesinin Türk sınırları içinde kalmasının haklı gerekçelerini ortaya koyup taleplerinde ısrar ederken, İngiltere ise bu fikre yanaşmadığı gibi, Hakkari ilinin nüfusunun çoğunluğunun Nasturi olduğunu ileri sürerek bu bölgenin de Irak sınırları içinde olması gerektiğini savunmuştur. İngiltere’nin asıl amacı; Musul ile ilgili kararların alınmasında meseleyi Milletler Cemiyetine götürmektir. Bu yüzden görüşmelerden bir sonuç elde edilememiş ve mesele Milletler Cemiyetine taşınmıştır.

    Türkiye, bölgenin kaderinin bölge halkının oylarıyla belirlenmesi yönünde bir teklif sunmasına rağmen İngiltere, Milletler Cemiyeti içindeki gücünü kullanarak, “Bölge halkının cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamayacağı” şeklinde bir itiraz etmiştir. Türkiye Milletler Cemiyetine üye olmadığı için alınan kararlara etki edememiştir. Bu yüzden Milletler Cemiyetinde Türkiye’nin öneri ve itirazları dikkate alınmamıştır.

    16 Aralık 1925’te yapılan toplantıda Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a bırakıldığını ilan etmiştir. Türkiye kararı tepkiyle karşılamış ve İngiltere ile ilişkiler gerilerek yeni bir savaşın eşiğine gelinmiştir. Savaş hazırlıklarına başlanacağı sırada iç politikada yaşanan olumsuz gelişmeler ve iç güvenlik sorunları yaşatan olayların ortaya çıkması nedeniyle Türkiye, Milletler Cemiyetinin kararını kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece iç politik olayların getirdiği mecburiyetten dolayı Misak-ı Milli’den taviz verilmek zorunda kalınmıştır. 5 Haziran 1926’da Türkiye ve İngiltere, Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır.

    ⭐ Bu antlaşma ile;

  • Musul, Kerkük ve Süleymaniye, İngiliz mandası altında olan Irak’a bırakılacaktır.
  • Hakkari Türkiye’ye bırakılarak Türkiye - Irak sınırı çizilecektir.
  • Irak, Musul’dan elde edeceği petrol gelirlerinden %10’unu 25 yıllığına Türkiye’ye verecektir.

    Türkiye 1931’den başlayarak 1950’ye kadar 20 yıl boyunca Irak petrol aidatından hissesine düşen 3.5 milyon sterlini Irak’tan almıştır. 1926’da Musul konusunda varılan çözümden sonra Türk - İngiliz ilişkileri gelişmeye başlamıştır. 1929’da İngiltere’nin Akdeniz Filosu’nun İstanbul’u ziyareti, ilişkilerde yumuşama sürecini artırmıştır. 1936’da İngiltere Kralı VIII. Edward’ın Atatürk’ü ziyareti, ilişkileri olumlu yönde çeviren büyük bir gelişme olmuştur.

    ⭐Musul ve Kerkük Meselesinde Türkiye’nin Tezleri;

  • Musul’un Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra işgal edilmiş olması
  • Güneydoğu Anadolu’nun devamı niteliğinde olması ve etnik yapısının çoğunluğunun Türk olması
  • Misak-ı Milli sınırları içinde olması
  • Musul - Kerkük bölgesinde; Irak Selçukluları, Zengiler, Erbil Atabeyliği, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safeviler ve Osmanlı egemenliği olmak üzere, sekiz adet Türk Devletinin hüküm sürmüş ve bu bölgenin 800 yıl kadar Türklerin hakimiyetinde kalmış olmasıdır.

    ⭐Musul ve Kerkük Meselesinde İngiltere’nin tezleri;

  • Hakkari ilinin dinsel çoğunluğunun Nasturi olduğunu ileri sürerek, bu bölgenin de Irak sınırları içinde olması gerektiği
  • Lord Curzon. Lozan görüşmeleri sırasında, TBMM’de Musul ve Kerkük mebuslarının bulunmamasını, bu bölgenin Misak-ı Milli sınırlarının dışında olduğunun göstergesi olduğunu savunması
  • Bağdat’taki Meclis’te Musul mebuslarının bulunması, Musul’un Bağdat’a irtibatına delil olduğunu ileri sürmesidir.

 

Türkiye - Fransa İlişkileri

    Türkiye - Suriye sınırının tespit edilmesi, Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Fransa arasındaki ilk sorun olmuştur. Fransa’nın mandası altındaki Suriye ile Türkiye arasındaki sınırın çizilmesi için bir karma komisyon kurulması kararı alınmıştır. Komisyon ancak 1925 Eylül’ünde kurulabilmiştir. Uzun tartışmalar sonucu Türkiye - Suriye sınırı komisyonca belirlenmiş olsa da Fransa bunu imzalamayı geciktirmiştir. Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığının çözümünden sonra, karma komisyonun aldığı karar 30 Mayıs 1926’da imzalanan Türkiye - Fransa Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’yla kabul edilmiştir.

    Türkiye ile Fransa arasındaki bir başka sorun ise Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesi konusunda yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nin en fazla borçlandığı ülke Fransa olmuştur. Borçların ne kadar süre içinde ve hangi ülkenin parasıyla ödeneceği tartışmaları ancak 13 Haziran 1928’de imzalanan bir antlaşmayla belirlenebilmiştir.

    Türkiye’deki yabancı okullar sorunu da Türk - Fransız ilişkilerini etkileyen bir diğer meseledir. Türk hükümetinin hazırladığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na göre, yabancı okulların tümünde Türkçe, tarih ve coğrafya dersleri Türk öğretmenler tarafından ve Türkçe okutulacaktır. Fransa’nın bu duruma ısrarlı itirazlarına rağmen Türkiye, konuyu iç meselesi sayarak tutumundan hiçbir ödün vermeden uygulamalarına devam etmiştir.

    Fransa ile yaşanan diğer anlaşmazlık konusu da ulaştırma alanında, Adana - Mersin demir yolunun millileştirilmesi sırasında yaşanmıştır. Bir Fransız şirketi tarafından işletilen demir yolu satın alınmak istenmiş ancak Fransa’nın itirazlarıyla karşılaşılmıştır. Bütün bu itirazlara rağmen Haziran 1929’da Adana - Mersin demir yolu, Türkiye tarafından satın alınmıştır.

    Hatay’ın statüsü konusu, Türkiye ile Fransa arasında yaşanan en önemli bir sorun olmuştur. 1936’da Fransa’nın, kendi mandaterliği altında bulunan Suriye’ye bağımsızlık vermesinden sonra Hatay sorunu başlamış, Hatay’ın 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasıyla mesele son bulmuştur.

 

Türkiye - Sovyetler Birliği ( SSCB ) İlişkileri

    Türk - Sovyet ilişkilerine temel teşkil eden antlaşma, 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’dır. Bu antlaşma ile Sovyetler Birliği, TBMM’yi ve Misak-ı Milli’yi resmen tanıdığını açıklamış ve Milli Mücadele’ye destek vermiştir. Kurulan iyi ilişkiler Lozan Barış Konferansı sürecinde de sürmüş, özellikle Boğazlar konusunda Sovyet yönetimi Türkiye’nin tezlerini desteklemiştir.

    İngiltere ile yaşanan Musul sorunu sırasında 17 Aralık 1925’ te, Türk - Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Türkiye ile SSCB arasındaki yakınlaşma devam ettirilmiştir. Türkiye ile SSCB arasında rejim şekli ve sınırların güvenliği konusunda zaman zaman sorunlar yaşanmasına rağmen Atatürk döneminde iki devlet arasındaki güvene dayalı ilişkiler sürmüştür.

    1930’lardan itibaren Türkiye SSCB ilişkilerinde bir gerileme yaşanmıştır. Bunun nedeni Türkiye’nin Batılı devletlerle Lozan’dan kalan sorunları büyük ölçüde çözmesi ve bu devletlerle olan ilişkilerin de normalleşmeye başlamasıdır. Özellikle 1936’dan itibaren Türk - İngiliz yakınlaşmasının başlaması, sonraki dönemde Türk - Sovyet ilişkilerinin zayıflamasına yol açmıştır.

 

Türkiye’nin Milletler Cemiyetine Girişi ( 1932 )

    ABD Başkanı Wilson’un I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışını sağlamak ve korumak amacıyla Milletler Cemiyetinin kurulması kararı, Paris Barış Konferansı’nda alınmıştır. Milletler Cemiyeti, 10 Ocak 1920’de Cenevre’de kurulmuştur. Fakat bir süre sonra bu cemiyet kuruluş amacından uzaklaşmıştır. Milletler arası barışın korunması ve insanların mutluluğu için çalışması gereken Cemiyet, kısa süre içinde büyük devletlerin çıkarlarını savunan bir örgüt haline gelmiştir.

    Türkiye 1930’lu yıllara gelindiğinde Lozan’dan kalan sorunları barışçı yollarla büyük ölçüde çözüme kavuşturmuş ve komşularıyla iyi ilişkiler içine girmiştir. Bu gelişmeler sonrası Yunanistan’ın ve İspanya’nın önerisiyle Milletler Cemiyeti, Türkiye’yi üyeliğe davet etmiştir. Cemiyet’in işleyişindeki aksaklıkların bilinmesine rağmen Türkiye, dünya barışının korunması için beslediği iyi niyetin göstergesi olarak üyelik davetini kabul etmiştir.

 

Balkan Antantı ( 1934 )

    1932 yılından itibaren dünyada güç dengeleri değişmeye başlamış, İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan totaliter rejimlerin ( Faşizm ve Nazizm ) saldırgan ve yayılmacı politikaları Balkan Yarımadası’ndaki devletleri endişelendirmiştir.

    1930’da Türk - Yunan etabli sorununun çözülmesi ve Venizelos’un Türkiye’yi ziyareti iki devlet arasındaki ilişkileri iyileştirmiştir. İtalya ve Almanya’nın Balkanlar üzerindeki yayılmacı politikaları belirginleşince Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya, Atina’da toplanarak 9 Şubat 1934’te Balkan Antantı’nı imzalamışlardır.

    Bu antant ile sınırlar karşılıklı olarak güvenlik altına alınmıştır. Balkan ülkesi olan Bulgaristan ve Arnavutluk bu antanta farklı nedenlerle katılmamıştır. Bulgaristan revizyonist bir politika takip etmiş ve komşularından toprak talep etmiştir. Arnavutluk ise İtalya’nın baskısı altında bulunduğu için Balkan Antantı’na katılmamıştır.

    Revizyonist politika: Uluslararası alanda mevcut statükoyu ( durum ), var olan güç dağılımını değiştirmeye yönelik tutumların genel adıdır.

 

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ( 1936 )

    Lozan Barış Antlaşması ile Boğazların her iki yakası askerden arındırılarak Türkiye’nin başkanlığında uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakılmıştır. 1930’lu yılların başında hızlı bir silahlanma yarışı ve uluslararası antlaşmalara uyulmamaya başlanmıştır. Almanya askersizleştirilen Ren bölgesine asker göndermiş, İtalya ise Habeşistan’ı işgal etmiştir. Japonya da Çin’e ait Mançurya bölgesini işgal etmiştir. Bütün bu gelişmeler karşısında ise dünya barışını korumak ve sağlamakla yükümlü olan Milletler Cemiyeti ise yetersiz kalmıştır.

    Tüm bu nedenlerle yeni bir dünya savaşının eşiğine gelinmiştir. Bu durum karşısında Atatürk, Milletler Cemiyetine başvurmuş ve boğazların statüsünü barışçıl yollarla gözden geçirilmesini istemiştir. Türkiye’nin bu çağrısı üzerine İsviçre’nin Montrö şehrinde bir konferans toplanmıştır. İngiltere, Boğazlarla ilgili Türkiye’nin tezlerini desteklemiş, Sovyet Rusya bazı konularda karşı çıkmıştır. İtalya ve Japonya ise bu sözleşmeyi imzalamak istememişlerdir. Fakat tüm itirazlara rağmen 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.

    ⭐Bu antlaşmaya göre;

  • Boğazlar Komisyonu kaldırılmıştır.
  • Boğazların savunması Türkiye’ye bırakılmıştır.
  • Yabancı ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bırakılmıştır.
  • Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirilmiştir.

    Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sınırlayıcı hükümler kaldırılıp Türkiye’ye Boğazlarda tam egemenlik hakkı tanınmıştır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik önemi artmıştır.

 

Sadabat Paktı ( 1937 )

    İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi ve doğu ülkelerini hedef alan yayılmacı siyaseti üzerine Türkiye öncülüğünde İran, Irak ve Afganistan bir araya gelmişlerdir. Bu ilişkilerin kurulmasında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1934 yılında Türkiye’yi ziyareti de etkili olmuştur. Yapılan görüşmeler sonucunda İran’ın başkenti Tahran’da 8 Temmuz 1937 yılında Sadabat Paktı imzalanmıştır.

    ⭐ Sadabat Paktı ile;

  • Üye ülkeler birbirlerinin iç işlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi kabul etmiştir.

    Böylece Türkiye, Balkan Antantı ile batı sınırlarını; Sadabat Paktı ile de doğu sınırlarının güvenliğini sağlamıştır. Türkiye ile Hatay meselesi ve Irak ile toprak sorunu olan Suriye, Sadabat Paktı’na katılmamıştır.

 

Hatay Sorunu ve Hatay’ın Ana Vatana Katılması ( 1939 )

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Fransa Hükümeti arasında 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalanmış ve Türkiye - Suriye sınırı çizilmiştir. Antlaşmada Hatay sancağında Fransa denetiminde özel bir yönetim kurulması kabul edilmiştir. 1936’da Fransa, Suriye üzerindeki manda yönetimine son vererek Suriye’den çekilme kararı almış; Fransa ve yeni kurulan Suriye Hükümeti arasında varılan antlaşmayla İskenderun ve Antakya şehirleri Suriye’ye bırakılmıştır. Bu durum Hatay Türkleri arasında büyük endişe yaratmasına neden olmuştur.

    Türkiye, Milletler Cemiyetine başvurarak Hatay’ın kaderine Hataylıların karar vermesini istemiş; Fransa ise Hatay’ın, Suriye’nin bir parçası olduğunu açıklamıştır. Milletler Cemiyeti, Hatay Sorunu’nu araştırmak için bir komisyon kurmuştur. Çalışmalarını tamamlayan komisyon hazırladığı raporda; Hatay halkının çoğunluğunun Türk olduğunu, Suriye’ye bağlanamayacağını ve Hatay’da bağımsız bir devletin kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bu rapor üzerine Milletler Cemiyeti, yeni bir komisyon kurarak bağımsız Hatay Devleti için bir anayasa hazırlatmıştır. Fransa ve Suriye Hükümeti ise çeşitli zorluklar çıkartarak bu durumu kabul etmemiştir. Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Hatay sınırına büyük bir askeri yığınak yapmıştır. Atatürk de hasta yatağından kalkarak Adana ve Mersin’deki askeri birlikleri teftişe gitmiştir.

    Çatışma çıkma ihtimaline karşılık Fransa, Almanya’daki askeri hazırlıklardan çekinmesi nedeniyle Türkiye ile anlaşmak zorunda kalmıştır. 3 Temmuz 1938’de yapılan anlaşma sonucu Türk ordusu Hatay’a girmiştir. Yapılan seçimler sonrasında Hatay Millet Meclisi toplanmış ve 2 Eylül 1938’de Hatay Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Silahlanma yarışının iyice hızlandığı ve II. Dünya Savaşı’nın çıkmasının an meselesi olduğu bir dönemde Hatay Meclisi, Türkiye’ye katılma kararı almıştır.

 

Atatürk’ün Ölümü ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi

    Atatürk’ün sağlığı 1937 yılının sonlarına doğru bozulmuş ve yeni kurulan fabrikaların açılışını yapmak için Bursa ve Yalova’ya giden Atatürk bu gezi sırasında rahatsızlanmıştır. Atatürk’ün ölümüne neden olan siroz hastalığının tanısı Dr. Nihat Reşat Belger tarafından Ocak 1938’de konulmuştur. Bunun üzerine doktorlar Atatürk’ün kesinlikle yoğun çalışmalarını bırakıp dinlenmesini tavsiye etmiştir.

    Ancak o günlerde Hatay meselesi en kritik aşamasındadır ve Dünya basınında Hatay’ın Suriye’ye bırakılacağı haberleri çıkmaktadır. Bu nedenlerle Atatürk, doktorların tavsiyelerine uymamış; Hatay sınırına yığınak yapmış olan askeri birlikleri teftişe gitmiştir. Adana ve Mersin’de askeri manevraları izlemiştir. Fakat beş gün süren bu yorucu gezi, sağlığını düzelemeyecek şekilde bozulmasına sebep olmuştur. Sağlık sorunlarının ağırlaşması üzerine Dolmabahçe Sarayı’na getirilmiştir.

    Hastalığına rağmen Atatürk, Dolmabahçe Saray’ında devletin ileri gelenlerini, yabancı ziyaretçileri kabul etmiş ve ülke sorunlarını da yakından takip etmiştir. Hatay meselesinin çözülmesine de çok mutlu olmuştur. Hastalığının daha da artması üzerine kendi isteği ile 5 Eylül 1938 yılında vasiyetnamesini hazırlatmış; servetinin büyük bölümünü Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun çalışmalarına kaynak olması için Türk milletine bağışlamıştır.

    8 Kasım 1938’de durumu iyice ağırlaşan Atatürk komaya girmiştir. 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05’te Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yummuştur. Atatürk’ün naaşı 19 Kasım 1938’de Yavuz Zırhlısı ile İzmit’e oradan özel bir trenle Ankara’ya getirilmiştir. 20 Kasım’da Ankara’ya getirilen cenazeyi, on binlerce kişi karşılamıştır. 21 Kasım 1938’de Atatürk’ün naaşı, Etnografya Müzesindeki geçici kabrine konulmuştur. 10 Kasım 1953’te ise büyük bir törenle Türk milletinin onun için yaptırdığı ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir’e nakledilmiştir.

    Atatürk’ün ölüm haberi gelir gelmez hükümet bir bildiri yayınlamış ve Türk Milleti’ne başsağlığı dilemiştir. Başbakan Celal Bayar, bu bildiride Atatürk’ün kurduğu devletin sonsuza kadar yaşatılacağını belirtmiştir. 11 Kasım 1938’de toplanan TBMM, Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından İsmet İnönü’yü ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçmiştir. İsmet İnönü, 1950’ye kadar Cumhurbaşkanlığı görevini sürdürmüştür.

 

Atatürk’ün Ardından Ne Dediler, Ne Yazdılar?

  • Temps gazetesi - Paris = “Ölüm, mağlubiyet nedir bilmeyen bu adamı mağlup etmiştir. Fakat onun muazzam eseri bakidir.”
  • Times gazetesi - Londra = “Onun başarıları yalnız memleketin dâhilinde Avrupalılaşmasına münhasır kalmıyordu. Ayrıca idare ettiği dış politika Türkiye’yi Batı devletlerinin dostluk çerçevesi içine koydu ve eski düşmanlardan yeni dostlar yaptı.”
  • Sunday Times - Londra = “İngiltere evvela cesur bir düşman sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır.”
  • Tahran gazetesi = “Bu gibi dehalar, ancak zahiren ölürler. Böyle insanlar, bir nesil için doğmadıkları gibi, muayyen bir devre için de doğmazlar.”
  • Socialdemokrater gazetesi - Danimarka = “Türkiye’nin şefi Atatürk, bütün devletlerin hiç beklemedikleri bir şeyi gerçekleştirmiş ve hasta adam diye anılan Türkiye’den güçlü kuvvetli bir memleket yaratmıştır.”
  • Pesterloyd gazetesi - Macaristan = “O, ezilmiş ve yıkılmış bir milletten şuurlu bir kütle, istila görmüş memleketten bağımsız bir hükûmet ve genç bir medeniyet yaratmıştır.”
  • Demokratia gazetesi - Tiran = “Atatürk asrımızın en seçkin simasıdır. Filozofların muhtelif metafizik manalar vermiş ve şairlerin en güzel sözlerle tasvir etmiş oldukları ideale o, realist nefesi ile can vermiştir.”
  • Vanşuarda gazetesi - Barcelona = “Atatürk, askeri deha ile devlet adamı ve filozof dehasını kendinde birleştirmişti.”
  • Yeni Gün gazetesi - Hatay = “Güneş battı, fakat ölümsüz ışığı yolumuzu aydınlatıyor.”
  • Tan gazetesi - İstanbul = “Sönen güneşin önünde son defa eğilmeye geldim.”
  • Cumhuriyet - İstanbul = “Ölen fani Atatürk’tür. Onun dünyayı nura boğan fikirleri, şaşaasıyla gözleri kamaştıran eserleri, Büyük Ruhu daima yaşayacaktır. O, ölümsüzdür, ebedidir.”

 

Büyük Kedi Türleri
Asma kilitle mezara zincirlenmiş bir 'vampir çocuk' iskeleti bulundu

Benzer Yazılar   
I. ve II. Viyana Kuşatması

Gördesli Makbule

Yıldız İstihbarat Teşkilatı

11 Eylül Saldırıları, ABD

XVII. Yüzyılda Değişen Siyasi Rekabet İçerisindeki Osmanlı Devleti Politikaları

Gürcistan, Tarihi, Kültürü, Yaşam

Güncel yazılar için tıklayın   

Kategori Videosu   

İlginizi Çekecek Yazılar   

En Çok Okunan Yazılar   

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.