Osmanlı Devletinde Celâli İsyanları

Osmanlı Devletinde Celâli İsyanları

    Toprak mülkiyeti sisteminin değişmesinden sonra Osmanlı ülkesinde birtakım kargaşa ve düzensizlikler başlamıştır. Timar ( dirlik ) sistemi, Osmanlı devletinin temel taşını oluşturmaktaydı. Bu müessese ile diğer kurumlar arasında çok uyumlu bir ilişki mevcuttu. Devletin çöküş sebepleri arasında belki de en önemlilerinden birini timar sisteminin bozuluşu teşkil etmektedir. Sözlük anlamı; hayat, yaşayış, ömür, yaşamak için lazım olan şey olan "dirlik" belirli bir hizmet karşılığı, geçimlerini temin etmek için devlet tarafından bir kısım asker ve memurlara verilmekteydi.

    Haliyle dirlik sisteminin bozulmasıyla birlikte tımarları ellerinden alınan tımarlı sipahilerin bu hadiselere karıştıkları görülmektedir.

    Tarihçilerin belirttiğine göre; isyanlar 1550 den beri meydana gelen bunalımların, sıkıntıların, patlamaların bir neticesi olarak değerlendirilmektedir. İlk isyancılardan birinin isminden dolayı da "Celâlî isyanları" adı verilmektedir.

    Celâlî isyanları, 1576 - 1596 yılları arasında doruk noktasına ulaşmış ve 1610 yıllarında da durulma noktasına gelmiştir. Celâlî isyanlarına her kesimden katılma olmuş, çiftbozanların oluşturduğu asker birikintileri, devlet memurları, medrese öğrencileri, yeniçeriler, tımarlı sipahiler ve diğer asker taifesi(1) yüzbinlerce insan bir araya gelerek Osmanlı düzenine başkaldırmış ve sosyal düzenin yıkımında önemli rol oynamışlardır. Tımarlı sipahilerin tımarlarının zorla ellerinden alınması, reâyâ ( köylü ) sınıfının ağır vergiler altında ezilmesi neticesinde Osmanlı tarım düzeni bozulmuş köylü ise fakirleşmiştir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı sosyal yapı ve ekonomik yapı felce uğramıştır.

    Mustafa Akdağ, Celâli isyanlarını : "Celâli isyanları denince, aslında en az XVI. yüzyılın başlarından beri imparatorlukçu Osmanlı düzeninin geliştirmeye başladığı siyasi ve sosyal koşullarla atbaşı yürüyen ekonomik darlığın üzerine çöktürdükleri ağır bunalımın bütün Türkiye üzerinde yarattıkları büyük bir karışıklığın her sınıftan insanları birbirleriyle kanlı kavgalara tutuşturmasından çıkan olaylar"(2) olarak değerlendirmektedir.

    Gerçekten Celâli isyanlarını doğuran sebepler oldukça fazla bir yer tutmaktadır. Celâliler, kanun ve kuralları hiçe sayarak suçlanırken, öte tarafta da düzeni sağlamak için görevlendirilmiş "Celâli seferi" görevlileri olmak üzere kavgacılar iki gruba ayrılmışlardı. Ancak, bu kargaşa ortamında, kimin celâli kimin gerçekten kanun savunucusu veya düzenin koruyucusu olduğunu anlamak oldukça zordur. Bu konuda Mustafa Akdağ şunları söylemektedir: "Celâli sekbanlarının cenk için birbirleriyle karşılaştıklarında, hiçte vurasıya dövüştüklerinin görülmeyeşi anlatıyor ki; birbirine karşı olan iki obanın insanları arasındaki düşmanlık ancak ( Celâli başbuğu ) ile onu kovuşturmaya padişah fermanı ile çıkarılmış ( Celâli serdarı ) arasında kalmakta; ( Celâli sekbanları ) ile ( Hükümet sekbanları ) dünkü ve hatta bir karşılaşmanın ertesi günkü canciğer arkadaşlıklarının hatırını saymayı padişahın emrine üstün tutmaktadırlar."(3)

 

I- Celâli İsyanlarının Çıkış Sebebleri :

    16. yüzyıldan başlamak üzere Osmanlı devleti sosyal, ekonomik ve askeri bir bunalım içerisine girmiş, ekonomik darlık sebebiyle reâyâya ( köylü ) yüklenen yeni vergiler, yeniçerilerin halka karşı yapmış oldukları zorbalıklar, halkı tedirgin bir hale getirmişti.

    Osmanlı ülkesini alt üst eden bu ayaklanmaların tabiiki çeşitli sebepleri vardır. Tarihçilerin üzerinde hem fikir oldukları düşünce : Osmanlı devletinin idari mekanizmasının işlemeyişi, devlet ile halk arasındaki münasebetlerin yok denecek kadar az olması, reâyânın mütemadiyen haksızlıklara uğraması, otoritesi zayıflamış olan devletin yönetimindeki aksaklıklar, rüşvet hadiseleri, tımarları ellerinden alınan sipahilerin hoşnutsuzlukları, celâli isyanlarını doğuran en önemli sebeplerdendir.(4)

    Naima, Celâli isyanlarının çıkış sebeplerini şu şekilde belirtmektedir: "kaçanlarının cezalandırılması: Allah'ın yardımı ile düşman taburu makhûr ve fetih olunduğundan ertesi günü kendisini sadarete nail olduğu gibi işlere başlayıp askerin mevcut ve namevcudunu yoklayıp, üç gün zuamâ ve erbab-ı timar ve kapıkulu yoklanıp, otuzbin neferden ziyade askerin firari namıyla dirlikleri kesilip her kande bulunanlarsa katillerine ferman olunduğundan mada, dönüp firar edenleri haps ve nikâl ve kahretti.....ve firari adını verdiği kimselerin mameleklerini ( varını yoğunu ) miriye alıp bulduğunu katl ve müsadere ederek nicelerini iklim kaçırdı.....Dünya ve ahiret sıkıntısı müptelası olup ekseri firar edip Anadolu diyarında toplanıp Celâli taifesi bizzanne onlardan zuhur eyledi"(5)

    Görüldüğü gibi Naimâ, "Celâli isyanlarını" harpten kaçanların ve başıboş olanların başlattığını söylemektedir.

    Bu harp kaçaklarının, Anadolu'da müsait bir ortam bularak ayaklandıklarını da, Naimâ şu şekilde açıklamaktadır : "Meydanı boş bulunca reâyânın aşağılıklarını kendine nefer edinip, giderek o hali aldı ki; idare edenlerin kötü tedbirleri ile, mevki sahipleri az zamanda azl olunup kuvvet kullanarak galip olan mağlubun mansıp ( memuriyet ) ve malını kapıp götürdükte...."(6)

    Celâli ayaklanmalarının sebepleri ve bu ayaklanmalara katılanların maksatları üzerindeki görüşleri belirten Abdizade Hüseyin Hüsameddin, olayları ayrıntılı bir biçimde belirterek Celâli isyanlarının "Eğri seferi firarileri" ile başlamadığını ileri sürmektedir.(7)

    Naimâ, Anadolu'daki Celâlilerin yapmış oldukları hırsızlıklar, zulümler ve işkenceler üzerinde geniş bir şekilde durmakta, Kara Yazıcı, Kara Yazıcı'nın kardeşi Deli Hasan ve Katırcıoğlu ayaklanmalarını Celâli isyanlarına örnek göstermektedir.(8)

    Günümüzde Celâli isyanları üzerinde otorite olarak kabul edilen Mustafa Akdağ, Naimâ'nın bu konu ile ilgili görüşlerini tenkit etmekte ve Naimâ'nın ve diğerlerinin Celâli isyanlarının çıkış sebepleri olarak söylemiş olduklarını "eski ve klasik bilgi ve yorum"(9) olarak nitelendirmektedir.

    Mustafa Akdağ, Celâli isyanlarının oluşumunu 1550 yıllarından başlatmakta ve 1576 tarihini de Celâli isyanlarının yoğunlaştığı dönem olarak belirtmektedir.

    1550 - 1576 tarihleri, mirî toprak sisteminin değiştiği dönem olup, dolayısıyla ekonomik darlık sebebiyle, Celâli isyanlarına zemin hazırlayan korkunç bir işsiz kütlesinin meydana geldiği dönemdir.

    Celâli isyanlarında işsizlerin çok büyük fonksiyonu olmuştur. Yukarıda belirtilen tarihler arasında Osmanlı nüfusu % 40 - 50 arasında bir artış göstermiş ve bu nüfus artışı, ekonomik bunalımla birleşerek işsiz kitlelerinin büyümesine sebep olmuştur.

    Sosyal ve ekonomik yapının çökmesine sebep olan en önemli mesele de, "iltizam usulü"( * ) ile köylülerin topraklarından koparılmış olmalarıdır. Konu ile ilgili olarak İsmail Hakkı Uzunçarşılı şunları söylüyor: " İdari teşkilatı bozup halkı ve bilhassa zûrrâi fena duruma sokan hallerden biride, gerek havas-ı hümayun denilen hazineye ait hasların ve gerek diğer vezir, beylerbeyi ve sancakbeyi ve saray kadın-larına ait paşmaklık hasların ve vakıf yerlerin iltizam suretiyle hasılatının toplanması usulüdür. Yani, evvelce bu haslar, has sahiplerinin emin voyvodaları ( resmi vergi memurları ) vasıtasıyla haslardaki köylü halk ezilmeden, himaye edilerek öşür ve resim alınırken, Rüstem Paşa zamanından itibaren Havas-ı hümayunun iltizama verilerek bunun diğer haslarada sirayet etmesi ve mültezimlerinde gelecek senelerdeki çiftçi vaziyetini düşünmeksizin köylüyü ezmesi, Anadolu'da yer yer çift bozan köylü, yani, çift ve çubuğunu terk etmeye mecbur olan çiftçi adedini arttırmış ve bu hal, bu çift bozanların Levent olarak şekavet yapmaları kapısını açmıştı....."(10)

    16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren köylerden şehirlere doğru büyük göçler başlamış, böylece büyük şehirlerin ve zengin çiftçilerin sık bulunduğu Marmara bölgesine binlerce işsiz insan yığılmaya başlamıştı. Dolayısıyla buyüzden, şehirlerin de huzuru bozulmuş, cinayet, hırsızlık ve fuhuş gibi hadiseler meydana gelmeye başlamıştı. Yollar, sokaklar biryığın işsiz ve boş insan ile dolu idi. Mesele, devletin siyasi hayatı açısından düşünülecek olursa; bu grupları devlete karşı teşkilatlandıracak kimseler çıkmadığı takdirde bu boş insanların devlet için büyük bir tehlike arzetmediği görülmektedir.(11)
Celâli kavgalarını çıkaranlar arasında "Ehl-i örf" diye tanımlanan, yani devletin üst seviyesindeki memurları ( beylerbeyi, sancakbeyleri, subaşı gibi memurlar ) Bunlar, devlet için öylesine tehlikeli bir duruma gelmişlerdi ki Celâli isyanlarında, leventleri, köylüleri vb. grupları teşkilatlandırıp, kendi emelleri için, Osmanlı devletinde kapatılması çok zor olan ve uzun yıllar devam eden bir iç savaşa sebebiyet vermişlerdir.(12) Görüldüğü gibi koca bir devlet kendi tayin ettiği memurları yüzünden ne duruma düşmüştür.

    Celâli isyanlarına katılan bir diğer zümre de kapukulu süvarileri olmuş ve bu iç savaşta en baş rolü oynamışlardır. Ayrıca, kendi bayraklarını açarak doğrudan doğruya "sipah hareketi" adı verilen bir çok karışıklıklarında tertipçisi olmuşlardır.(13)

    Celâli isyanlarına katılan bir diğer zümre de suhte taifesi, yani medrese öğrencileridir. İsyanlarda en eylemci grup medrese öğrencileri olmuştur.

    Öğrenci isyanlarındaki önemli bir özellik şudur: Öğrencilerin bazı bölgelerde işsiz insanlarla birleşerek ortak hareket ettikleri görülmekle birlikte, genel olarak "öğrenci bölükleri" adı verilen birliklerin bütünü ile medreseli öğrencilerden meydana gelmesi idi. Medreseliler, karşılarında baş düşman olarak, beylerbeyi, sancakbeyi, subaşı gibi ehl-i örf mensuplarını görüyorlardı. Öğrenciler, kimi zamanda halk ile birleşerek celâlilere karşı ortak hareket etmişler, kasaba ve köyleri birlikte savunmuşlardır.(14)

    Medreselerin herbiri bir vakfın kurumu olup ve harcamalarını da bu vakıflardan sağlamakta idi. Anadolu ve Rumeli'deki medreselerin XVI.yüzyıldan itibaren kendi imkanlarını çok aşmış bir öğrenci yığılması ile karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir.

    Medreselerdeki bu öğrenci yığılmalarının sebeplerinden birisi, Osmanlı devletinin kuruluşundan XVI.yüzyılın ikinci yarısına kadar olan zaman zarfında yeni topraklar fethedilmiş olup, medrese bitirenlerede kadılık, müderrislik, imamlık ve benzeri vazifeler verilmekteydi. Özellikle, çiftbozanlığın artması sonucu, medreselere çok miktarda öğrenci başvurmuş ve dolayısıyla büyük bir yığılma meydana gelmiştir. Öğrenciler, medreselerde ve imaretlerde ( yurtlarda ) barınmakta idiler. Buralar günümüzdeki öğrenci yurtları ile karşılaştırıldığında, o dönem şartlarının pek iyi olmadığı anlaşılmaktadır. İşte bu medrese öğrencileri bu pek iyi olmayan şartlar içinde ruhi bunalıma düşmüşler, toplum ahlakının çökertilmesinde büyük eylemler yapmışlardır. Gruplar halinde köylere, kasabalara gitmişler ve halktan zorla para, yiyecek vb. şeyler almışlar ve zaman zaman halkla çatışmışlar, yaralama adam kaçırma, ırza geçme gibi eylemlerde de bulunmuşlardır. XVI. yüzyılın ortalarına doğru bu eylemler iyice artmış ve doruk noktasına ulaşmıştı.(15)

    Öğrenci hareketlerinin pek yoğun olduğu yöreler, Rumeli yöresi, Bursa - Balıkesir - Afyonkarahisar yöreleri, Manisa - Muğla - İsparta yöreleri, Kastamonu - Çankırı - Bolu yöreleri, Tokat - Amasya - Çorum yöreleri, Tarsus - Silifke - Manavgat yöreleri, genellikle öğrenci hareketleri bu yöreler içerisinde bütün şiddetiyle devam etmiştir.(16)

    Celâli hadiselerine katılan bir diğer zümrede Yeniçeriler ve Acemi oğlanlarıdır. Yeniçerilerin arkasında zaman zaman devletin en üst kademelerindeki vezirler, paşalar olmuş ve onlardan destek görmüşlerdir. Bu sayede köy basmışlar, yol kesmişler, toprak sahibi olmuşlardır.

    Ehl-i şer olarak isimlendirilen kadıların üniversite hocalarının, mahkeme görevlilerinin, cami hocalarının Celâli isyanlarındaki rölü ise, bunlar her zaman köylünün ( reâyânın ) yanında olmuşlardır.
Celâli isyanlarında en büyük zararı gören köylüler ise, özellikle ehl-i örf ve yeniçerilerin saldırılarına karşı büyük bir mücadele vermiştir. Halk kadıların ve medreselilerin yardımıyla örgütlenerek "iloğlanları" adı verilen silahlı birlikler meydana getirerek, celâlilere karşı koymuştur.

    Yukarıda görüldüğü gibi, Celâli isyanlarına Osmanlı devletindeki zümrelerin aşağı yukarı hepsi katılmış bulunuyor. İsyanlara katılan zümrelerin bazen birbirleriyle çatıştığı, bazen isyancıların safında yer aldıkları, bazı defa da isyanlara karşı olanların safında yer almış oldukları görülmektedir. Bu isyanlarda kimin kimden yana olduğu, kimin kime saldırdığı pek anlaşılamamakla beraber, bu olaylarda en büyük zararı gören hiç şüphesiz ki köylüler olmuştur.

 

III- Celâli İsyanlarının Değişik Özellikleri :

    Celâli kavgaları, ayrı ayrı dönemlerde çok değişik özellikler göstermiştir. Medreseli öğrencilerin yapmış oldukları basit hadiseler, 1575 yıllarında devleti tehdit eden isyanlara dönüşmüş ve bu isyanlar aşağı yukarı on yıl sürmüştür. Netice olarak sosyal yapının yıkımına yol açmış, sonralarıda bu isyanlar, yerini daha güçlü Celâli isyanlarına bırakmıştır.

    Suhteler 70 - 80'er kişilik gruplar halinde köylere saldırmışlar, yol kesmişler, haraç almışlar, bu suçlarından dolayı haklarında takibat yapılmış, yakalananlar ise yargılandıktan sonra ölüm cezasına çarptırılmış; fakat suhteler bu cezadan yılmamışlar ve eylemlerine daha şiddetli bir şekilde devam etmişler; bu durum karşısında devlet halktan ve askerlerden oluşturulan bir güç ile suhtelerin üzerine gitmeye karar vermiş, isyanlar bir ölçüde bastırılmıştır.

    Tımarlı sipahilerin önemlerini kaybetmeleri neticesinde toprak ve köylü sahipsiz kalmıştı. Bu fırsattan istifade eden devlet memurları ( çoğunluğu devşirme olan ) işsiz gruplarını yanlarına toplayarak köy basmaya ve haksız yere toprak sahibi olmaya başlamışlardı. Devlet memurlarının Anadolu'daki işsiz grubuna dayanarak eşkiyalık etmeye başlaması devleti telafisi çok güç bir karışıklığın içerisine atmış, beylerbeyi, sancak beyleri, subaşılar ve diğer vilayet memurları emirlerindeki adamlarla gelişigüzel vergiler toplamışlar; bunlardan başka yeniçerilerin ileri gelenleri, meydana getirdikleri Celâli gruplarıyla sağa sola baskın yapmışlar ve devlete kafa tutup, devlet içinde devlet olmuşlardır. Elbetteki saldırgan yeniçerilerin bu eylemlerinden medet uman devlet büyükleride vardır.

    Devletin yapısında meydana gelen bu düzensizlikler halkın şikayetlerine yol açarak, durum kadılar aracılığı ile saraya iletilmiş ve bu durum karşısında III. Murat 1590 yılında bir ferman yayınlayarak, zalim devlet memurlarının, suhtelerin, yeniçerilerin saldırıları karşısında köylünün silahlanarak kendilererini korumalarını istemişti. Görüldüğü gibi, bu fermanlar ile devlet kendi memuruna karşı kendi halkının ve köylüsünün silahlanmasını istemekteydi. Köylü, sarayın da kendisiyle beraber olmasından kuvvet alarak, zalimlere karşı büyük bir mücadeleye girdi. Yayınlanan fermanlara güvenerek "yiğitbaşılar" emrinde "iloğlanları örgütü"nü kurdu ve devlet memurlarının bölükleriyle çatışmaya girdi. Fakat, karşı tarafın çokluğu yüzünden köy halkı her zaman galip gelemiyordu.

    III. Mehmet'in 1595 yılında yayınlamış olduğu ferman da, III. Murat'ın fermanı gibi Anadolu'daki bütün karışıklıkların mes'uliyeti ehli-örf'e yüklenmekte idi. Bu fermanda da, reâyâ'nın haklı olduğu bizzat padişah tarafından kabul ediliyor, kapıkullarının ve devlet adamlarının şiddetle cezalandırılacağı, halkın kendi aralarında birleşerek tedbirler almaları tavsiye ediliyordu.(17)

    Halkı devlet memurlarının baskısından korumak için fermanlar çıkarılması neticesinde, halk kasabalardaki, köylerdeki kadı, müderris ve imam gibi kimselerle birleşerek mülki amirlere, onların memurlarına karşı silahlı savunmaya geçmişti. Hatta vilayet adamlarını saraylarına kapatarak, onların dışarıya çıkmalarına mani olmuşlardı.(18)

    Yukarıda görüldüğü gibi 16.yüzyılın sonlarına doğru Anadolu tam bir kaos durumundadır. Bir yanda devletin vilayetlere hizmet için tayin ettiği vilayet memurları, diğer tarafta bu memurlara karşı cephe almış halk vardır. Padişah ve hükümet yetkilileri kendi memurlarının halka yapmış olduğu zulüm karşısında çaresizdir. Padişah fermanları ile halk silahlandırılıp vilayet memurları ile çatıştırılmıştır. Şu halde; kimin Celâli kimin devleti temsil ettiği belli olmayıp, devlet otoritesi yok olmuş, sosyal yapı felce uğramıştır.

    Köylülerin ehli örf'e karşı başlatmış olduğu silahlı mücadele pek uzun sürmüyor. Bunun sebebi ise, çiftini bozarak bey kapılarında ücretli olarak çalışan eski köylülerin bu başarı karşısında yine işsiz kalmaları idi. Celâli isyanlarının kaynağını büyük ölçüde toprağını terkeden işsiz kütleleri meydana getiriyordu. Bu işsizler bey kapılarına ( ücretli aske) olarak gitmişlerdi. Bu yüzden, köylünün silahlanarak beylerin, ağaların üzerine saldırmaları bu ücretli askerlerin işine pek gelmiyordu. Onlar istiyordu ki beylerin, ağaların soygunları, zulümleri devam etsin. Bu yüzden yaşamaları için onlarında saldırması gerekecekti. Köylünün direnci bu yüzden büyük ölçüde kırılmış oluyordu.

    Bu direncin kırılmasındaki ikinci sebep ise, sarayın tutumu ve devlet memurlarının merkezi otoriteye karşı koymaları idi. Devlet memurlarının ( ehl-i örf ) tutumu sarayı endişeye düşürmüş ve dolayısıyla köylüyü ( reâyâ'yı ) himayeden vazgeçmesine sebep olmuştur. Bu şartlarda köylü yine yalnız kalmış, vilayet memurları yine zulümlerine ve soygunlarına başlamıştı. Çünkü herbirinin kapısında yüzlerce paralı asker vardı. Bunların geçimini temin için soymak, çalmak, çırpmak, baskın yapmak gerekiyordu.(19)

    Bu yeni durum Osmanlı köylüsünü yoksulluğa mahkum etmekte ve Celâli isyanlarının "kaçgunluk" dönemini başlatmaktaydı. Köylü bu dönemde sürekli olarak Celâlilerin saldırılarına maruz kalmış ve dolayısıyla köylerini, evlerini, tarlalarını kitle halinde bırakarak, kendilerinin emin oldukları yörelere göç etmişlerdir. Bu fırsattan yararlanmasını bilen Celâliler, haksız bir şekilde toprak, mal ve servet sahibi olmuşlardır.

    Bu durum 1610 yıllarına kadar devam etmiştir. Büyük servet sahibi olan beyler ve ağalar daha sonra saraya ve hükümet kuvvetlerine saldırmışlardır. Bu tarihten itibaren büyük "Büyük kaçgunluk" dönemi yıllarına gelinmiştir.

 

Netice :

    Koca bir devleti uzun yıllar uğraştıran Celâli isyanlarının tesirlerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

    Merkezi otorite zayıflamış ve hiç kimseye söz geçiremez duruma gelmiş; devlet ile halk arasındaki münasebet sarsılmış, hak haklının olmaktan çıkmış, gücü ve kuvveti olan zorbalıkla istediği toprağı, gayrımenkûlü ve serveti elde etmiş; siyasi entirikalar peşinde koşan vezirler, vezir-i azamlar ve diğer beyler, ağalar Celâli gruplarını kullanarak siyasi emellerine ulaşmışlar; devletin bel kemiğini teşkil eden Timarlı Sipahiler önemini ve gücünü kaybetmiş dolayısıyla köylü korumasız ve savunmasız kalarak büyük saldırıların hedefi olmuş; ordu bozulmuş; büyük bir işsiz kütlesi meydana gelmiş; eğitim kurumları ve medreseler önemini kaybetmiş; pek iyi olmayan iktisadi hayat daha da kötüye gitmiştir. Velhasıl bu isyanlarla birlikte Osmanlı devleti büyük bir sosyal çözülme ve çöküntünün içine girmiştir.

    Bu durum 17.yüzyılın başlarına kadar böyle devam etmiş, daha ileriki yıllarda da devlet ağalarla antlaşmalar imzalamak zorunda kalmıştır.

    ( * ) İltizam: Devlete gelir getiren kaynakların belirli bedel karşılığında özel şahıslara veya zenginlere verilmesi.

Dr.Şahin CEYLANLI

Dipnotlar

    1-) Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası "Celâli İsyanları" Ankara 1975, sh.15 - 19
    2-) Mustafa Akdağ, aynı eser, sh.14
    3-) Mustafa Akdağ, aynı eser, sh.14
    4-) Faruk Sümer, "Osmanlı Tarihinde Celâlilik" Resimli Tarih Mecmuası, 1952, 3 (33) sh.1722 - 1725
    5-) Nâimâ, Tarih-i Nâimâ ( Çeviren, Zuhuri Danışman ), I,sh.170
    6-) Nâimâ, aynı eser, I, sh.446 - 447
    7-) Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi III, sh.328-338, zikreden Mustafa Akdağ, a.g.e. sh.26
    8-) Nâimâ, a.g.e. I, sh.241 - 258 - 307
    9-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.21-22
    10) İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III.cilt, sh.293
    11-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.17
    12-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.18
    13-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.20
    14-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.20 - 21
    15-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.153 - 160
    16-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.160 - 162
    17-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.355 - 356
    18-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.360
    19-) Mustafa Akdağ, a.g.e., sh.361 - 363

Türk sineması, Yeşilçam tarihi
Boğulan kızın hayaleti, anıtının yakınında yüzerken görüldü

Benzer Yazılar   
Bosna Hersek Tarihi

Osmanlı İmparatorluğu, 1807- 1920

Topkapı Sarayı tarihi

Agarta, Yeraltındaki Gizli Uygarlık

Modern Paganizm Tarihi

Sömürge Amerika'da Kölelik

Güncel yazılar için tıklayın   

Kategori Videosu   

İlginizi Çekecek Yazılar   

En Çok Okunan Yazılar   

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.