Harranilerin Medeniyeti
Harranilerin Medeniyeti
- DİN ve FELSEFE
- Sat, 14 May 2022 23:39:48
- Sat, 14 May 2022 23:39:48
Milattan önce III. binyıldan milattan sonra XIII. yüzyıl ortalarına kadar varlıklarını sürdüren Harranlı putperestler. Yerleşim merkezleri olan Harran’a nisbetle komşularının Harraniler adını verdiği topluluk İslami kaynaklarda bu isimle, ayrıca Harnaniler ve Harbaniler şeklinde zikredilmiş, Kesdaniler ( Kasdeliler ), Keldaniler ve Nabatiler olarak da anılmıştır. Halife Me’mun’dan sonraki döneme ait kaynaklarda Harranlı Sabiiler şeklinde bir adlandırma daha görülmekle birlikte Biruni, İbnü’n-Nedim, Hamza el-İsfahani ve Ebu Abdullah Muhammed el-Harizmi gibi müelliflerin belirttikleri gibi Me’mun dönemi öncesindeki Harraniler’in Sabii adıyla bir ilgisi yoktur.
İbnü’n-Nedim’in el-Fihrist’inde verdiği ayrıntılı bilgilere göre Memun, 830’da Bizans’a karşı çıktığı hayatının son seferi sırasında Harran’a uğradığı zaman kendisini karşılayanlar arasında özel giysileri ve saç tipleriyle dikkat çeken paganist Harraniler de vardı. Me’mun onlara kim olduklarını sorunca, cizye hukukuna tabi Harraniler olduklarını söylediler; ancak bu cevabın Me’mun’u tatmin etmemesi onları telaşlandırdı. Me’mun, Harraniler’den ya müslüman olmalarını veya cizye karşılığında İslam devletinde yaşama hakkından faydalanabilmeleri için Allah’ın Kur’an’da isimlerini andığı dini gruplardan birine girmelerini istedi; aksi takdirde Bizans seferinden döndüğünde hepsini cezalandıracağını bildirdi.
Bunun üzerine Harraniler’den bir kısmı hıristiyan, bir kısmı da müslüman oldu; kalanlar ise o sırada Güney Mezopotamya’da yaşayan ve dışa kapalı bir cemaat yapısına sahip olduklarından fazla dikkati çekmeyen Sabiiler’in adını benimseyerek bundan sonra Harranlı Sabiiler ismiyle anılmaya başlandılar. Bu bilgiler Harraniler’in, Me’mun’un ağır tehdidi karşısında bir kurtuluş yolu olarak gördükleri zimmilik statüsünü devam ettirebilmek için Sabii ismine sığındıklarını açıkça göstermektedir. Nitekim Biruni de Me’mun döneminden önceki Harranlı putperestlerin komşularınca “putperestler” veya “Harraniler” olarak adlandırıldığını vurgulamakta, fakat Sabii isminden söz etmemektedir ( el-asarü’l-bakıye, s. 315 ).
Harran’ın tarihte bilinen en erken dönemlerinden Moğollar’ca yerle bir edildiği XIII. yüzyıla kadar, ay tanrısı Sin liderliğindeki yıldız ve gezegen kültüne dayalı paganist dini yapılarını devam ettiren Harraniler’le ilgili kaynaklar başlıca üç grupta toplanabilir. Bunlardan birincisi Harraniler’e ait olan yazılı kaynaklardır. İbnü’n-Nedim’in el-Fihrist’inde naklettiği “Beş Sır Kitabı”, İbn Vahşiyye’nin aramice bir nüshadan Arapça’ya tercüme ettiği el-Filahatü’n-Nabaŧiyye ve yine aramice’nin bir diyalektinden Süryanice ve Arapça’ya kısmen tercüme edilen “Babanın Kitabı”, Harraniler’e ait önemli yazılı kaynaklar arasında zikredilebilir. Orijinal nüshaları mevcut olmamakla birlikte Süryanice ve Arapça çevirileri bulunan bu kaynaklar Harraniler’in inançları, ibadetleri ve diğer özellikleriyle ilgili ilk elden bilgiler ihtiva etmektedir.
Onlar hakkında ikinci kaynak, Harran ve civar bölgelerinden elde edilen arkeolojik bulgu ve kalıntılardır. Bu malzeme arasında Asurca ve Süryanice kitabeler, çeşitli figür ve kabartmalarla mezar ve tapınak kalıntıları bulunmaktadır. Bu konuda üçüncü tür kaynak ise Ortaçağ’a ait Arapça ve Süryanice eserlerdir. Harraniler’in tarihleri, inançları ve ibadet sistemlerine dair çeşitli bilgileri, gözlem ve değerlendirmeleri ihtiva eden bu kaynaklar arasında Tel Mahreli Dionysius, Bar Habraeus ve İbn Meymun ( Maimonides ) gibi gayri müslim yazarların eserleriyle başta Mes‘udi, İbnü’n-Nedim, Biruni, İbn Hazm ve Şehristani olmak üzere Abdülkahir el-Bağdadi ve Şemseddin ed-Dımaşki gibi birçok İslam alimince kaleme alınmış kitaplar sayılabilir.
Tarih boyunca Harraniler eski Mezopotamya politeizmine bağlı kaldılar. Uzun zaman hakimiyetleri altında yaşadıkları Asur ve Babilliler’in yıldız ve gezegenleri temsil eden tanrılar kültü Harraniler’in inanç sistemlerinin merkezini oluşturdu. Asur ve Babil dönemlerinden İslami döneme kadar yedi gezegenle ilişkili tanrılar ( Sin, Şamaş, İştar ya da Atargatis, Mara Samya ya da Ares, Girgis, Bel ve Nabu ya da Nabig ) ve bunların ailelerinden oluşan tanrılar grubu ( Sin’in eşi Ningal, ateş tanrısı Nusku ve Nusku’nun eşi Sadarnunna gibi ) Harran panteonuna hakim oldu. Tanrılar panteonunun zirvesinde sürekli olarak ay tanrısı Sin vardı. Harraniler’in Sin kültü ve bu kültü temsil eden Ehulhul, Uzumu ve Deyr Kadi gibi Harran’daki meşhur tapınaklar, Asur ve Babilliler döneminden itibaren Harran’ı ve Harraniler’i bölgede şöhrete kavuşturan başlıca amiller oldu.
Öyle ki yörenin krallıkları arasında yapılan antlaşma ve sözleşmelerde Harraniler’in ay tanrısı Sin’in adı yer alıyor, hatta bazı antlaşmalar Harran’daki meşhur Sin Tapınağı’nda yapılıyordu. Babilliler döneminde “ilu ša ilani” ( tanrıların tanrısı ), “šar ilani” ( tanrıların kralı ) ve “bel ilani” ( tanrıların efendisi, rabbi ) olarak adlandırılan ay tanrısı Sin, Harraniler’in en büyük tanrısı olma özelliğini asırlar boyu devam ettirdi. Sin, Romalılar döneminde Harraniler’ce “mar alahe” ( tanrıların efendisi, rabbi ) olarak adlandırıldı. Harran’ın VII. yüzyılda müslümanlarca fethedilmesiyle İslam kültürünün etkisi altına giren Harraniler’in inanç sisteminde Sin hala tanrılar sisteminin zirvesindeydi; bu dönemde de önceki devirlerdeki lakaplarına uygun olarak “ilahü’l-alihah” ( tanrıların tanrısı ) ve “rabbü’l-alihah” ( tanrıların rabbi ) olarak adlandırıldı.
Harraniler, Sin’in başkanlığındaki gök tanrıları panteonunun yanı sıra ikinci dereceden önemli olan diğer tanrı ve tanrıçalara da inanç sistemlerinde yer verdiler. Harran teolojisinde bu tanrılar, genellikle Harran civarındaki toplumların tapındıkları tanrısal güçlerdi. Mesela çöldeki Araplar tarafından yaygın olarak tapılan Lat ve Uzza, Mezopotamya bölgesinin bereket tanrısı Tammuz ( Dumuzi ), cin ve şeytanlar tanrısı Şamal ( Saluğa ), şans tanrısı Gad, yağmur ve fırtına tanrısı Adad bunlar arasında sayılabilir.
Harraniler’in ibadet sistemleri tanrılar adına kurban kesmek, adaklar adamak, mabedlerde çok defa o tanrıları sembolize eden heykeller önünde çeşitli tapınma törenleri düzenlemek ve bu tanrılar adına yılın çeşitli zamanlarında bayram ve merasimler tertip etmekten ibaretti. Bundan başka büyü, sihir ve astroloji Harraniler’in ibadetleri arasında önemli bir yer tutuyordu.
İslami dönemde yaşayan Harraniler hakkında bilgi veren bazı kaynaklar, Harraniler’in tarih boyunca sıkı sıkıya bağlı kaldıkları bu paganist yapının yanı sıra Ortaçağ’da yaşayan Harraniler’in inanç sistemlerinde bir çeşit monoteizme de yer verildiğini ifade ederler. Buna göre Harraniler, her şeyin üzerinde olan yüce bir yaratıcının varlığını kabul eder ve onu, “Hiç ölmeyendir, kötülük etmeyendir” gibi olumsuz niteliklerle tavsif ederlerdi. Harraniler’ce “ilk sebep” olarak adlandırılan ve tam olarak kavranılamaz, tanımlanamaz olarak görülen bu yüce varlık sadece yaratma gibi önemli işleri yapan, yarattığı varlıklarla ilgili diğer işleri ise öbür tanrısal güçlere bırakan bir varlıktır.
Gök tanrıları, bu yüce yaratıcı ile diğer varlıklar ( özellikle insanlar ) arasında aracı ilahlar olarak görev ifa ederler. Ayrıca Ortaçağ’da Harraniler, ilk sebep olan yüce varlıktan çıkan ve akıl, nefis, düzen, şekil, zaruret ( bazı nüshalarda suret, bk. Livre des religions et des sectes, II, 171 ) şeklinde sıralanan beş temel ilahi unsura da inanırlardı. Harraniler, yüce varlığın ve ondan zuhur eden bu asli unsurların ancak birtakım vasıtalar sayesinde insanlarla ilişki kurabileceklerine inanır, bu vasıtaların ise onlar adına inşa edilen tapınaklar ve bu tapınaklarda onları temsil eden putlar olduğunu kabul ederlerdi. Dımaşki ve Mes‘udi gibi İslam alimleri eserlerinde bu tapınakları uzun uzadıya tasvir ederler.
Bir çeşit monoteist yaklaşım sayılabilecek bu telakki Harraniler’in Ortaçağ öncesi inançları arasında görülmemektedir. Ortaçağ Harranileri’nin inanç sistemlerindeki “ilk sebep” ve bundan zuhur eden asli unsurlar tasavvuru ile Yunan kültürü ve özellikle Yeni Eflatunculuk akımı arasında sıkı bir benzerlik görülmekte olup bu durumun Yeni Eflatunculuk tesirinden ileri geldiği açıktır. Zira Harran ve civardaki bölgeler, milattan önce IV. yüzyılda Büyük İskender’in fetihleriyle Yunan hakimiyeti altına girmiş ve sonraki dönemlerde Harran önemli bir Yunan ve Roma kolonisi haline gelmiştir. Öyle ki Abbasiler döneminde yaşayan ünlü İslam hukukçusu Ebu Yusuf Harran’dan bahsederken buranın halkının Nabatiler ( Süryanice konuşan yerli halk ) ve Rumlar’dan oluştuğunu söyler ( Kitabü’l-Harac, s. 40 dunyadinleri.com ). Ortaçağ Harranileri’nin inançlarında Hermes, Agathodaimon, Asklanyus ( Asclepius ), Solon, Pisagor ve Eflatun gibi eski Yunan kültüründe önemli yere sahip filozof veya mitolojik şahsiyetlerin peygamber olarak kabul edilmesi de Yunan kültürünün Harraniler üzerindeki tesirini göstermektedir.
Şehristani ve Abdülkahir el-Bağdadi gibi İslam alimlerinin verdikleri bilgilere göre Ortaçağ’da yaşayan Harraniler arasında alemin ezeli olup olmadığı, yüce varlığın nasıl nitelenebileceği ve yüce varlığa tapınmadaki aracıların ne olduğu gibi konularda ihtilaf halinde olan mezhepler mevcuttu. Nitekim Şehristani, “Ashabü’l-heyakil” ve “Ashabü’l-eşhas” adını verdiği iki Harrani grubundan bahsederek bunların görüşlerini anlatır ( el-Milel, s. 244 vd. ). Yine bu dönemde Rufsiyyun gibi bazı heretik mezheplerin varlığı da bilinmektedir ( el-Fihrist, s. 326 ). Şehristani’ye göre ölümden sonraki hayata inanmayan Harraniler tenasühü kabul etmektedirler. İbnü’n-Nedim ve Şehristani onların abdest alıp günde üç vakit namaz kıldıklarını kaydederler.
İslami dönemde Harraniler oldukça parlak bir devir yaşadılar; müslüman idareciler, IX. yüzyıldan itibaren onlara inanç ve ibadetlerini serbestçe yapma imkanı tanıdılar. Bu dönemden başlayarak Harraniler’den birçok kişi İslam coğrafyasının başlıca şehirlerinde ün kazandı ve çeşitli İslam devletlerinde tıptan edebiyata, astronomiden tercüme faaliyetine kadar pek çok alanda parlak başarılar sergiledi. Mensup olduğu Harran paganizmi konusunda bazı teolojik görüş farklılıkları sebebiyle Harran’ı terkedip Bağdat’a göç eden ve orada tıp, felsefe gibi alanlardaki çalışmaları ve çeşitli dillerden Arapça’ya yaptığı çevirilerle tanınan Sabit b. Kurre ( ö. 288/901 ), tıp ve tarih alanlarında ün kazanan Sabit b. Sinan ( ö. 365/976 ), edebiyatçı Ebu İshak es-Sabi İbrahim b. Hilal ( ö. 384/994 ), halifelerin saraylarına kabul edilmiş olan çok sayıdaki ünlü Harrani’den birkaçıdır.
Bunlardan birçoğu zamanla kendi geleneksel dinlerini bırakarak müslüman olmuş; Sabit b. Kurre gibi bazıları ise bütün telkinlere rağmen paganist dinlerini terketmemiş, hatta zaman zaman yapılan münazaralarda hararetle paganizmin üstünlüğünü savunmuşlardır. Her türlü paganizmi temelden reddeden İslam alemi içerisinde yıldız ve gezegen kültüne dayalı paganist bir dini temsil eden Harraniler’in böylesine şöhret ve saygınlık kazanmaları, dinlerinin gereklerini açıktan yerine getirme serbestliğine sahip olmaları, o dönemde yaşayan müslüman ve gayri müslim yazarların dikkatlerinin onlar üzerinde yoğunlaşmasına sebep oldu. Böylece başta “milel ve nihal” yazarları olmak üzere çeşitli alanlarla ilgilenen birçok ilim adamı, “Harranlı Sabiiler” adı altında Harraniler’le ilgili bilgiler verdi.